“ME IMPORTA UN PEPINO !”


Bernd Schuster, Beşiktaş Teknik Direktörlüğü görevinden istifa ettikten sonra “başarısız bir takımda kalamazdım” demiş.

Bu sözleri, onun ilk münasebetsizliği değil malum.

Ama, terbiye özürlü bu adamın Beşiktaşlı taraftarlar için kullandığı şu İspanyolca söylem, bana göre işte şimdi onun gidişine tam da cuk oturdu : “Me importa un pepino !”

Beşiktaş’a da, Türk Futbolu’na da geçmiş olsun …

O.K.

Published in: on Mart 16, 2011 at 00:58  Yorum Yapın  

KARGALAR GÜLER !

>

Bu sezon şampiyonluk için Fenerbahçe, Trabzonspor ve Bursaspor yarışıyor. Bu yarışta Beşiktaş ve Galatasaray ise, geçmiş yıllara nazaran son derece başarısız gidiyor. Başarısızlıkta en birinci sırada yer alan da Beşiktaş.

Zira hem ligin ilk yarısı, hem de ikinci yarısı başlamadan önce Beşiktaş yöneticileri taraftarlarına çok büyük ümitler pompaladılar. Artık “dünya kulübü” olduklarını iddia ve ilan ettiler. Ancak zaman geçtikçe, “biz artık dünya kulübü olduk” demekle dünya kulübü olunamayacağı ortaya çıktı.

Beşiktaş’ın bugün içinde bulunduğu üzücü durum, herhangi bir şok olayla aniden ortaya çıkmış olan bir durum değil. Bu, yanlış ve beceriksiz bir yönetimin, hatalarından ders almayarak uzun bir süreç sonunda meydana getirdiği bir durum. Bu süreç medyada sürekli işlendi, eleştirildi. Ben de önceki yazılarımda defalarca bu süreci irdeledim. Onun için bunları şimdi burada tekrar etmenin bir anlamı yok. Zaten Beşiktaşlılığın değerlerine sahip gerçek Beşiktaşlılar da, futbol’a salt taraftar gözü ile bakmayan futbolseverler de neyin ne olduğunu çok iyi biliyorlar. Bir tek bilmeyenler, ya da koltukları uğruna “almazdan gelenler”, sadece Beşiktaş’ın bu hale gelmesine tek sebebiyet verenler, yani Beşiktaş’ın bu günkü basiretsiz yöneticileri.

Şampiyonluk yarışında işleri iyi giderken, başkaları yaptığında haklı olarak hiç onaylamadıklarını ifade ettikleri bir yönteme, işler sıkıntıya girince başvurmaktan geri kalmayan Trabzonspor, Gençlerbirliği maçının ardından Fenerbahçe Başkanı’na sallayınca, zor durumda olan Beşiktaş yönetimi “yarasına melhem bulmuş Kartal” gibi, durumdan vazife çıkartarak kavganın içine atladı.
Beşiktaş yönetimi yayınladığı bildiride, hala “dünya kulübü” olduklarını ve herkesin bu hallerini kıskanması sonucu bu hallere düştüklerini ileri sürüyor.

Yapmayın beyler, bu dediklerinize kargalar güler. Şimdiye kadar yeryüzünde “dünya kulübü” olabilmiş de, onun bunun kıskancından göçmüş başka bir kulüp hiç görülmüş müdür !? Haydi Türkiye’de aleyhinize Ergenekon çeteleri kuruldu da sizinle uğraşıyor diyelim ; ya peki Dinamo Kiev’den iki maçta yenilen 8 golü de Türk Futbol Federasyonu mu organize etti !? Basketbol’daki flaş dünya yıldızı tranferiniz ne oldu ? Bakın bir çok aklıbaşında Beşiktaşlı, ki onlara gerçekten efsane Onursal Başkan Süleyman Saba dahil, “kulüp batıyor, bu kadar harcamanın, bu kadar borcun sonu felaket” diye haykırıyorlar. Onlar da mı Beşiktaş’ı kıskanıyor !?

Size ne Trabzonspor – Fenerbahçe kapışmasından, ona buna pislik atıp kendinizi aklayabileceğinizi mi sanıyorsunuz !? Yeryüzünde böyle yöneticileri olan bir “dünya kulübü” görülmemiştir. “Siz önce oturun da doğru dürüst bir özeleştirinizi yapın, hatalarınızın hesabını verin !” diyeceğim ama, artık bunun mümkün olamayacağı ne yazık ki ortada.

Bari daha fazla saçmalamayı bırakın da, kargaları koca “Kartal”a güldürmeyin artık !
O.K.
Published in: on Mart 8, 2011 at 20:57  Yorum Yapın  

İNSANLAR NE ZAMAN ANLAŞILIR ?

>


Yandaş çevresi bir insana sürekli “aman ne hoş ironi yapıyorsun !” (ya da daha cari bir ifade ile ‘tatlı tatlı amma da güzel geçiriyorsun !’) dedikçe, o insan da bir süre sonra artık her konuşmasında “ironi yapma” (ya da “tatlı tatlı geçirmeye devam etme”) mecburiyetinde hissetmeye başlıyor herhalde kendini ;  hani “aman benim oğlum pek güzel şiir okurmuş” diye annesi tarafından doldurulmuş küçük çocuğun, artık her rastladığına sevimli gözükmek için bağıra çağıra aynı şiiri okuması gibi …

Trabzonspor’un sevimli Başkanı da, yandaş efekti ile bu hale geldi maalesef. Son zamanlarda hep aynı sarkastik / alaycı tavırlarla sürekli ironi yaparak ona buna tatlı tatlı geçirmeye çalışıp duruyor. Oysa, her şeyin fazlası, her şeyin zorlaması zarar. Sevimli sandığı bu tavrı artık kabak tadı vermeye başladı ve sandığının tersine bir çok camiaya da son derece antipatik görünüyor. Özel hayatında kullandığı uslup kimseyi ilgilendirmez ama, başta kendi camiası olmak üzere, sözleri büyük taraftar camialarını ilgilendiren bir Başkan, sürekli espiri yaparak konuşmaya çalışmak mecburiyetinde değil. İroniyi, espiriyi yerinde ve yeterince yapmasına elbet kimsenin itirazı olamaz ama, bulunduğu makam bazen de ciddi, açık ve net konuşmaları gerektiriyor hiç şüphesiz. Yandaşlarının bu bahiste “ortamı germiyor” tezi de hiç geçerli değil. Tersine, bu tür alaycı konuşmalar ortamı daha çok geriyor. Oysa, ciddi, sakin ve düzgün bir konuşmanın ortamı germekle herhangi bir alakası olamaz. İnsanlar, bazıları dışa vurmasalar da, haklılığı ayırtetmeye muktedirdir.


Aynı şekilde ama Başkanı’nın tam tersi bir uslupla eski duruşunu bozup son zamanlarda sürekli konuşmaya başlayarak (ve bana göre kendi kişiliği ile çelişerek) kendini futbolun duayeni ilan eden Trabzonspor Teknik Direktörü de, Beşiktaş maçında yaşanan olaylardan sonra, kendi cezasını kendinin vereceğini açıkladı. Yazılı açıklamasından anlaşıldığına göre, şimdi hem sanığının, hem savcısının, hem avukatının, hem de hakiminin kendi olduğu kendi mahkemesinde, kendi kendini yargılamakla meşgulmüş. Karar çıktığında da sonucu kamuoyuna açıklayacakmış. E bir futbol duayenine de bu yakışır elbet !

Ligin birinci yarısının sonunda Fenerbahçe Teknik Direktörü’nün, Trabzonspor lehine verimiş olan iki penaltı kararına işaret eden konuşmasına haklı olarak büyük tepki gösteren Trabzonspor yönetimi, şimdi eleştirdiği bu tavrın bin beterini ortaya koyarak, Gençlerbirliği – Fenerbahçe maçının ardından zehir zemberek ifadelerle, Fenerbahçe Başkanı’nın, Kulüpler Birliği Vakfı Başkanlığı’ndan istifasını istedi. E hani Fenerbahçe’nin yaptığı yanlıştı, e hani Trabzonspor salt kendi futbolu ile ilgiliydi v.s, v.s. !? Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu şimdi !? Üstelik bildiğim kadarı ile, Fenerbahçe Başkanı’nın Kulüpler Birliği Vakfı Başkanı olması için oy verenlerden biri de, yine bir şeker krizi sonucu ettiği istifasından onu caydırıp geri dönmesi için ikna çalışmalarına çalışanlardan biri de, Trabzonspor’un Başkanı idi.

Umarım, Trabzonspor’un sevimli Başkanı şimdi bu durumda medyanın karşına çıkar da, ne demek istediklerini bir kez olsun espri uğruna beyanat harcamadan, açık ve net olarak futbol kamuoyuna açıklar. Tabii öte yandan dileklerimden biri de, Trabzonspor’un Teknik Direktörü’nün, kendi hakkında bir an önce hiç değilse “tutuksuz yargılanma” kararı vererek, futbolun duayeni olarak kulübünün bu bildirisi hakkındaki düşüncelerini bizlerle paylaşmasıdır.

Trabzonspor benim çok beğendiğim bir takım. Uzun süreden beri ilk defa tekrar kendi kimliğine dönmeye başladığını ve bunda da en büyük payın Başkanı’na ve Teknik Direktörü’ne ait olduğunu düşünmüştüm. Önceki yazılarımda onlara yönelik övgülerimi bulabilirsiniz. Ancak şimdi insanların iyi zamanlarından ziyade zor ve sıkıntılı dönemlerinde daha iyi anlaşıldığı düşüncesine katılarak, o övgüler için “meğer daha beklemem lazımmış” diyorum.

Allah, Bursaspor Başkanı’nı ve Teknik Direktörü’nü korusun !
O.K.
Published in: on Mart 8, 2011 at 20:55  Yorum Yapın  

GENÇLERBİRLİĞİ 2 – FENERBAHÇE 4

>


Fenerbahçe iki dandik ama iki de keyifli gol atarak Gençlerbirliği’ni yendi.
İlk gol, bu sezon hakem kontenjanınından pek yararlanmamış olan Fenerbahçe’ye hakem hediyesi olarak verildi. İkinci gol’de ise kaleci hatası, hakem hatasından daha ziyade idi.
Skor 0 – 2’ ye gelince, artık rakibini kontrol etmenin bir faydası olmadığını anlayan Gençlerbirliği kendi futbolunu oynamaya, Fenerbahçe’de “maçı aldım” rehavetine kapılmaya başlayınca, iki güzel ve şanslı gol sonucu devre berabere sona erdi.
İkinci yarıda atılan Fenerbahçe golleri ise, takım oyununun bilinçli ürünleri ve görsellik açısından da üst seviyede gollerdi. Alex’in kusursuz asisti ile gelen üçüncü gol’ün öncesi ve son vuruş becerisinin ardından, oya gibi işlenerek hazırlanan dördüncü golün baştan sona mükemmel bütünlüğü, maçı ve liderliği tekrar Fenerbahçe’ye kazandırdı.
Ancak, 2 – 4’lük skora rağmen, salt Gençlerbirliği lehine özet görüntüler hazırlansa, maçı canlı izlememiş  Fenerbahçe taraftarının dehşete kapılacağına eminim. Bariz ofsayttan atılan ilk gol, verilmeyebilir bir penaltı, Gençlerbirliği’nin attığı iki gol, kaleci Volkan’ın olağanüstü başarı ile kurtardığı iki yüzde yüzlük gol pozisyonu, Fenerbahçe kalesinin direklerine isabet eden üç şut …
Öte yandan, bu maç için salt Fenerbahçe leyhine bir başka özet görüntüler hazırlansa, taraflı tarafsız tüm futbolseverler, “yahu bu takımın Barcelona’dan ne farkı var !?” diyeceklerdir.
Fenerbahçe, bireysel olarak çok iyi futbolcuları bulunan ve takım olarak da çok iyi futbol oynama yeteneğine sahip bir takım. Ancak, bu yeteneğini maçların tamamına yayamıyor. Özellikle ligin ikinci yarısında oynadığı maçların kiminde 15 – 20 dakikalık, kiminde 30 dakikalık süreçlerde oynadığı futbola bakılınca, “ligin en iyisi”, ama aynı maçların içindeki uyuştuğu zaman süreçlerine bakıldığında ise, “vah vah, ligin lideri bu mu !?” dedirtebiliyor.
Fenerbahçe, objektif ölçülere göre, Gençlerbirliği’nden daha iyi bir takım. Maçın tamamında da, parça parça da olsa iyi futbol oynadığı süreçlerle maçı kazanmayı hakketti bence. Ama şans faktörü daha fazla Gençlerbirliği’nden yana olsa idi, sonuç aleyhine çok farklı da olabilirdi. Burada altının çizilmesi gereken husus şu ki : “Fenerbahçe rakibine bu şanları cömertçe verebiliyor”.
Ligin bugünkü aşamasına geldiğimizde, Trabzonspor’un, maçlarının büyük bölümüne yayabildiği hırsı ve takım sinerjisi ile, Fenerbahçe’nin, maçlarının ancak bazı bölümlerinde parça parça sergileyebildiği daha üstün yetenek kalitesi  yarışmayı sürdürüyor.
Benim görüşüm, Fenerbahçe sahneye koyabildiği “iyi futbol” parçalarını bütünleştirme yolunda ilerleyebilirse, şampiyonluğun tek adayı olabilir. Ama bu parçalı görüntüsü devam ederse, hep düşeş atmak mümkün olamayacağından, geçen sezon Bursaspor’un başardığını, ondan çok daha üstün durumda olan Trabzonspor’un bu yıl başarması  gayet normal bir sonuç olacaktır.
O.K.
Published in: on Mart 8, 2011 at 14:43  Yorum Yapın  

Kader Ajanları! Beşiktaş 1 – Trabzonspor 2

Bazen öyle maçlar vardır ki futbolun gerçekten hayatın bir yansıması olduğunu görürüz. En ufak bir hareket maçın gidişatını tersine çevirir ve ne olduğumuzu şaşırırız. Pazar akşamı İnönü’de oynanan mücadelesi yüksek ama kalitesi düşük maçta bir futbol karşılaşmasından beklenen herşey mevcuttu. Akıl almaz hakem hataları, kaçan net pozisyonlar, teknik direktör gariplikleri, kırmızı kartlar, seri çalımlar, uçan tekmeler ve kafaya rövaşatalarla dolu bir geceydi! İsterseniz hemen madde madde maçı ele alalım:

 

Maç Öncesi:

Futbolu renkli kılan unsurlardan en önemlisi takımlar arası rekabettir. Maalesef ülkemizde bu rekabet düşmanlığa dönüşüp üzüntü verici sonuçlar ortaya çıkarıyor. İlginçtir ki, daha 10 ay önce bütün Fenerbahçeli taraftarlar Bursa karşısında benzer bir maçta Beşiktaş’ı tutuyordu. Buna karşılık artık şampiyonlukta iddaası kalmayan Beşiktaş’ın taraftarlarının bir çoğu sırf Fener’e yaramasın diye takımlarının yenilmesini istiyorlardı…

 

İkinci yarının başlamasıyla beklenmedik bir şekilde puan kayıplarıyla liderliği kaptıran Trabzon’un en önemli özelliği hiç bir zaman oyun disiplininden kopmamalarıydı. Beşiktaş ise Schuster’in anlamsız taktikleri ve oyuncu seçimleriyle gittikçe bireysel performansa dayalı bir oyun sergiliyordu. Burada özellik değinmek istediğim konu ‘ateşli’ taraftarın takıma gerçekten ne kadar yaradığını sorgulamak istiyorum. Takım iyiye giderken genelde pozitif etki olsa da, işler biraz tersine gitmeye başladımı Beşiktaşın da Trabzonspor’un da kendi sahasında daha kötü oynadığını görüyoruz. Bu kötü oyun ve puan kayıplarının bir çok nedeni olsa da, özellikle kendi sahasında ateşli seyircinin ters etki yaptığı bir gerçek. Beşiktaş’ın son 4 maçta, Trabzonspor’un ise son 3 maçta kendi sahasında puan kaybettiğini görüyoruz. Bir sloganı yarım saat boyunca tekrarlamak yerine maçın gidişatına göre tezahürat yapmak her zaman takıma daha faydalı olacaktır diye düşünüyorum.

 

Beşiktaş’ın Sağ Kanatı ve Quaresma Faktörü

 

Oyundan önce Quaresma’nın bağırsak enfeksiyonu olduğundan dolayı kadroda olmaması Beşiktaş’a pozitif bir etki yaratıcağını düşünüyordum. Quaresma’nın yokluğunda topu ileriye taşıyan isimlerin çoğalacağını ve genellikle Guti’nin Simao’yu tercih edeceğini düşünyordum. Fakat yanıldığım konu Hilbert – Ekrem ikilisinin sağkanatta topluca ileriye çıkıp aynı Quaresma’nın oynadığı maçlardaki gibi sağ kanatı boş bırakmasıydı. Fenerbahçe Dia ile, Trabzonspor Burak ile sürekli Beşiktaş’ın sağ tarafından akınlar gerçekeştirdi maç boyunca ve Schuster haftalardır bu soruna bir çözüm bulamıyor.

 

Tolga Özkalfa – ‘Hakem haklı değil beyler!’

Öncelikle belirtmek istediğim belirli istisnalar dışında hakemlerin maçın sonucunu belirleyen faktör olduğuna inanmamdır. Fakat bu maç kesinlikle istisnalardan biriydi. Şu ana kadar Tolga Özkalfa’nın ‘güzel yönetti’ diyebileceğim bir maçını hatırlamıyorum. Hangi takımın maçı olursa olsun Özkalfa her zaman saç baş yolduran ve bir çok şeyin önüne geçen hatalara imza attığını defalarca görmekten sıkılmamak mümkün değil! Trabzonspor’lu Giray’ın Bobo’ya attığı Mortal Kombat usulü uçan tekmeye önce avantaj verip sonra kart dahi göstermemesi inanılır gibi değildi. Giray kupa maçında Ersan’ın sakatlanmasında da ön plandaydı; hakemlerimizin bu tür oyuncuyu sakatlama uğruna yapılan darbelere hemen önlem alıp cezalandırmaları gerekiyor.

 

Tolga Özkalfa’nın kartlarında hiç bir anlam ya da standart yoktu diye biliriz. Serkan Balcı ve Sivok’un atılmasında kartlar doğruydu, ama maçın sertliğini asla kontrol altına alamadı. Ofsayt pozisyonları tartışılır ama Burak’ın (her ne kadar kendisine güvenilmese de) Rüştü tarafından uzmanlıkla yere düşürülmesi net bir penaltıydı. Bu maçta Schuster ya da Şenol Güneş’in yerinde olsaydım daha birinci yarı bitmeden çoktan tribüne yollanmıştım.

 

Schuster Schuster Schuster…..

İki takımda ilk yarı kolaylıkla yarı sahayı geçiyordu. Herşeye rağmen Fernandes’in oyununu çok beğendim, Guti ve Simao’ya yardımları Beşiktaş’ın kolaylıkla rakip 10 kişi kaldıktan sonra baskı kurmasına yol açıyordu. Topu iki yönlü oynayabilen kaliteli bir futbolcu Fernandes. İkinci yarı onu çıkarıp Nobre’yi alması ve üstüne Bobo’yu çıkarıp Almeida’yı almasını gerçekten şaşkınlıkla izledim.

 

Tam Beşiktaş golü attı maç bitti derken 5 dakika geçmeden duran toptan golü yedi ve 10 kişi kalarak herşeyi eşitledi. Futbol öyle bir oyun ki, 5 dakikada bile oyunun kaderi değişebiliyor ama değişmesine izin vermek de oyuncuların elinde. İkinci yarı başladığından beri Beşiktaş yaklaşık 3 duran toptan bir tanesini mutlaka yiyor. Bu kadar zamandan sonra oyuncu paylaşımını beceremeyen bir defans ve buna önlem almayan bir teknik kadroyu anlamak mümkün değil!

 

Son Gülen İyi Gülermiş – Burak Drogba

Burak Yılmaz gelecek vaadeden ama İstanbul takımlarının hiç birinde isteneni veremeyen bir futbolcu olarak hafızamızda kalacaktı. Fakat Şenol Hoca’nın Trabzon’a dönüşünden beri en büyük başarısı bu oyuncudan çok önemli bir forvet yaratması oldu. Bitmek bilmeyen hırsı ve gücü Burak’ı bu sezon rakip takımların korkulu rüyası haline getirmeye devam ediyor. Maçın skorunu belirleyen üçüncü golde iki defans oyuncusu arasından savaşarak topa vurması Drogba’nın gollerini hatırlattı. Trabzonspor’un son 3 deplasmanında gerilerden gelerek maçı kazanmasında Burak’ın payı büyüktür.

 

Published in: on Mart 6, 2011 at 22:33  Comments (3)